Büyükada Rum Yetimhanesi; Efsaneler ve Gerçekler…
Büyükada Rum Yetimhanesi, çam ağaçlarının arasına gizlenmiş devasa gövdesiyle, hem İstanbul’un hem de dünyanın en gizemli yapılarından biri. Bir zamanlar yüzlerce çocuğun kahkahasıyla dolup taşan bu bina, bugün rüzgârın uğultusu ve sessizliğin ağırlığıyla ayakta kalmaya çalışıyor.
100 yılı aşkın süredir ayakta duran bu ahşap dev, yalnızca tarihî bir yapı değil; aynı zamanda efsanelerle örülmüş bir masal, kimi zaman da ürkütücü bir kabus gibi anılıyor. Kimileri geceleri çocuk çığlıklarının hâlâ duyulduğunu söylerken, kimileri onun görkemli geçmişine ve dramatik kapanışına işaret ediyor.
Bu yazıda, Büyükada Rum Yetimhanesi’nin efsanelerle karışmış gizemli hikâyelerini ve gerçeklerin aydınlattığı yüzünü birlikte keşfedeceğiz.
1897 yılında, Şark Ekspresi’ni işleten Fransız şirket tarafından, dönemin önde gelen mimarlarından Alexandre Vallaury tasarladı. Ahşap yapı, geleneksel mimari formlara uygun şekilde bir casino ve otel olarak inşa edildi. Başlangıçta Prinkipo Palace Hotel adıyla planlanan bina, bahçesiyle birlikte yaklaşık 26.000 m²’lik bir alana yayılıyordu. İnşaatın maliyeti ise dönemin şartlarıyla yaklaşık 50.000 Osmanlı Lirası olarak kaydedildi. Ancak Osmanlı hükümeti kumarhanelere izin vermeyince, yapı asıl amacına ulaşamadan yarım kalmıştı.
1903 yılında, İstanbul Rum cemaatinin tanınmış hayırseverlerinden Eleni Zarifi’nin bağışlarıyla binayı Rum Patrikhanesi satın aldı ve yetimhane olarak dönüştürdü.
Eleni Zarifi, dönemin önemli Rum hayırseverlerinden biri olarak, özellikle çocukların eğitimi ve korunmasına büyük önem veren bir isimdi. O günden itibaren, binanın devasa koridorları ve odaları, İstanbul’un dört bir yanından gelen yetim çocukların kahkahalarıyla dolup taşmaya başladı.
Görkemli ve etkileyici bir mimari yapıya sahip olan Büyükada Yetimhanesi, ahşap karkas sistemiyle inşa edilmiştir. Yapının yan bölümü 6 katlı, diğer bölümleri ise 5 katlı olarak tasarlanmıştır. Cephe mimarisi oldukça sade tutulmuş; buna karşın birbiri üzerine tekrarlanan çıkmalar sayesinde cephelere hareket kazandırılmıştır. Tiyatro salonundaki iç mekân, özenli ahşap süslemelerle zenginleştirilmişken, diğer alanlarda daha yalın ve sade bir mimari anlayış hâkimdir.
Yetimhane, Avrupa’nın en büyük ve dünyanın Japonya’daki Todaiji Tapınağı’ndan sonra ikinci en büyük ahşap yapısı olarak kayda geçmiştir. Eğitim programı altı yıl olarak planlanmış olup, çocuklara Ortodoks dini eğitiminin yanı sıra modern Yunanca, farmakoloji, coğrafya, tarih, matematik, fizik, antropoloji ve psikoloji dersleri verilmiştir. Ayrıca Türkçe, Rumca ve Fransızca dil dersleri de müfredatın önemli bir parçasını oluşturmuştur.
Büyükada Rum Yetimhanesi, mesleki becerilere yönelik geniş bir eğitim yelpazesi de sunmuştur. Müziğin yanı sıra, mobilya yapımı, oymacılık, demir işçiliği, terzilik, arıcılık, şarapçılık ve ayakkabı üretimi gibi çeşitli sanat ve zanaat dersleriyle çocukların hem kültürel hem de pratik beceriler geliştirmesi hedeflenmiştir.
Büyükada Rum Yetimhanesi, Birinci Dünya Savaşı’na kadar yukarıda anlatıldığı şekilde işlevini sürdürmüştür. Ancak savaş süreciyle birlikte adalardaki azınlıkların eğitim kurumlarına el konulmuş ve buralara askeri lise öğrencileri yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu dönemde yetimler, 1915 yılında önce Heybeliada’daki Rum Ticaret Okulu’na, ardından Ruhban Okulu’na taşınmıştır. Yetimhane kısa süre sonra Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri ve Alman askerlerinin kullanımına açılmıştır.
1925 sonrasında yetimhanenin olanakları, önceki yıllara kıyasla ciddi şekilde azalmıştır. 1927’den itibaren atölyelerin kapatıldığı ve yalnızca ilkokul eğitimi verildiğine dair bazı kaynaklar bulunsa da, yetimlerin anlatımlarına bakıldığında yalnızca atölye sayılarının azaldığı, eğitim faaliyetlerinin tamamen sona ermediği anlaşılmaktadır.
21 Nisan 1964 tarihinde, aynı yıl patlak veren Kıbrıs sorunu ve Rum cemaati için oluşan siyasi ile toplumsal baskıların etkisiyle, ayrıca binanın yıpranmış ve bakım gerektiren durumu göz önüne alınarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü yetimhaneyi kapatma kararı almıştır. Böylece Büyükada Rum Yetimhanesi, uzun yıllar süren canlı ve neşeli döneminin ardından sessizliğe gömülmüştür.
Yetimhane, açıldığı günden kapanışına kadar yaklaşık 5.800 çocuğa yuva oldu. Bu devasa binanın koridorlarında sadece ayakta kalmak değil, aynı zamanda çocukların eğitim alması ve oyun oynaması da önemliydi. Kendi öğretmenleriyle ders gören çocuklar, kütüphanede kitaplarla tanışıyor, tiyatro sahnesinde küçük oyunlar sergiliyor, oyun odalarında ise çocukluğun neşesini doyasıya yaşıyordu. Yetimhane, yalnızca bir barınak olmanın ötesinde, Rum toplumu için kültürel bir merkez işlevi de gördü. Ancak tüm bu neşenin ve yaşamın ardında, çocukların günlüklerinde yer alan hüzünlü anılar da vardı; özlem, yalnızlık ve hayaller, yapının sessiz duvarlarına kazınmış, binayı adeta geçmişin bir tanığı haline getirmişti.
Yetimhanenin kapatılmasının ardından, burada kalan 46 kız çocuk Hristos Manastırı’na, 117 erkek çocuk ise Aya Nikola Kilisesi’ne nakledilmiştir. 1964 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından alınan ani bir karar sonucu yetimhane tamamen kapatılmış; o tarihten itibaren bir daha kullanıma açılmamış ve herhangi bir tadilat görmemiştir.
Büyükada Rum Yetimhanesi’nin Efsaneleri ve Söylenceleri
Büyükada Rum Yetimhanesi yalnızca mimarisi ve tarihiyle değil, aynı zamanda çevresinde dolaşan gizemli hikâyelerle de bilinir. Terk edilmiş, çürümeye yüz tutmuş devasa yapısı; boş koridorları ve rüzgârın ahşap duvarlara çarpan uğultusu, halk arasında çeşitli efsanelerin doğmasına sebep olmuştur. İşte o söylencelerden bazıları:
1. Çocukların Çığlıkları
Büyükada Rum Yetimhanesi’ne yaklaşanların anlattığı en yaygın hikâye, geceleri duyulan çocuk çığlıkları ve kahkahalarıdır. Kimi ada sakinleri, rüzgârın uğultusunun yetim çocukların seslerine dönüştüğüne inanır. Bu yüzden binanın önünden geçenler, hâlâ oyun oynayan ya da ağlayan küçük ruhların varlığından bahseder.
2. Gizemli Yangınlar
Zaman zaman ada halkı, Büyükada Rum Yetimhanesi’nden dumanlar yükseldiğini gördüğünü söyler. Ancak itfaiye veya meraklılar binaya vardığında ortada hiçbir iz bulunmaz. Bu söylence, yapının ahşap olması ve geçmişte yaşanan yangın korkularıyla birleşerek mistik bir atmosfer yaratmıştır.
3. Perili Köşk İmgesi
Bugün harap haldeki yapı, kırık camları, kararmış dış cephesi ve çürümüş koridorlarıyla zaten ürkütücü bir görünüme sahiptir. Bu yüzden uzun zamandır ada halkı arasında “perili köşk” olarak anılır. İçeri giren maceraperestler, kapı gıcırtıları, soğuk hava dalgaları hatta ayak sesleri duyduklarını iddia etmiştir.
4. Eleni Zarifi’nin Ruhu
Bazı söylentilere göre, binayı yetimhane yapılması için bağışlayan hayırsever Eleni Zarifi’nin ruhu, hâlâ yapıyı korumaktadır. Rum Yetimhanesi’nin karanlık koridorlarda bir kadın silueti gördüğünü söyleyenlerin anlattıkları bu efsaneyi güçlendirmiştir.
5. Yetimlerin Laneti
Bir başka dramatik inanış ise, Rum Yetimhanesi kapatıldığında dışarıya bırakılan çocukların çoğunun zor şartlarda yaşaması ve hayatlarının yarım kalmasıyla ilgilidir. Bu yüzden yapının “çocukların laneti altında olduğu” söylenir.
6. Ada Halkının Anlatıları
Büyükada’da büyüyen yaşlılar, çocukluklarında Rum Yetimhanesi’ne yaklaşmanın yasak gibi olduğunu, geceleri oraya gitmenin ise cesaret işi sayıldığını anlatır. Kimi gençler için en büyük meydan okuma, gece yarısı bu “perili köşk”e gizlice girip birbirlerine korku hikâyeleri anlatmaktı.
Gerçek mi, Efsane mi?
Çoğu efsanenin kaynağı, rüzgârın ahşap yapının boşluğunda çıkardığı uğultu veya ışığın kırık pencerelerde yarattığı yanılsamalardır. Ancak yapının hüzünlü geçmişi ve yüzlerce çocuğun hatırası, bu ses ve görüntüleri daha da gizemli hale getirmiştir. Bu yüzden Rum Yetimhanesi yalnızca bir tarihî eser değil; aynı zamanda İstanbul’un en ürkütücü “hayalet yapılarından” biri olarak bilinir.
Büyükada Rum Yetimhanesi, yıllar boyunca yüzlerce çocuğun kahkahalarına, hayallerine ve gözyaşlarına tanıklık etmiş görkemli bir yapıydı. Her taşında, her kırık penceresinde, yetimlerin hayatlarından kesitler, hayallerden geriye kalan yankılar saklı. Bu büyük ahşap dev, artık sadece tarih kitaplarında değil; anlatılan efsanelerde, halkın hafızasında ve İstanbul’un gizemli köşelerinde yaşamaya devam ediyor.
Eğer bu yazıyı beğendiyseniz, blogumda benzer diğer yazılara da göz atabilirsiniz.
Ayrıca yazının sonundaki kalbe tıklayarak bana destek olabilirsiniz; yorum ve paylaşımlarınız ise hem bana motivasyon verecek hem de bu hikâyelerin daha geniş kitlelere ulaşmasına yardımcı olacaktır. Farklı bir yazımda görüşmek üzere 🙂